|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
İbnu Abbas
|
Hadis
|
|
Hz. Osman (ra)'a dedim ki:
"Siz niçin, mesani grubuna giren Enfal suresini miün grubuna giren
Beraet suresine yaklaştırdınız ve aralarına da besmeleyi yazmadınız?"
Hz. Osman (ra) şu cevabı verdi: "Resulullah (sav)'a vahiy sırasında, bir
çok süre birlikte gelirdi. Bu durumda herhangi bir vahiy geldi mi, vahiy
katiblerini çağırır, onlara: "Şu ayetleri, şu şu meselelerin zikedildiği
sureye koyun" diye irşad ederdi. Bir ayet geldiği zaman da "Bu
ayeti içinde şu şu şeylerin zikredildiği sureye koyun" derdi. Enfal
suresi, Medine'de ilk nazil olanlardandı. Beraet suresi ise, iniş itibariyle
Kur'an'ın sonuncusu idi. Bunun kıssası da Enfal'in kıssasına benzemekte idi.
Bu sebeple Beraet'i öbüründen zannettim. Resulullah (sav) bu surenin
öncekinden olduğunu belirtmeden vefat etti. Bu sebeple ben bunların arasını
yakın tuttum ve ikisinin arasına bismillahirrahmanirrahim satırını koymadım.
Böylece onu yedi uzunların (Seb'u't-Tıval) arasına koydum." (Ebu
Davud'un rivayetinde "Beraet'i öbüründen zannettim" cümlesi yoktur)
|
Kaynak
|
|
Ebu Davud, Salat 125,
(786); Tirmizi, Tefsir, Tevbe, (3086)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Said İbnu Cübeyr
|
Hadis
|
|
İbnu Abbas (ra)'a sordum:
Tevbe süresi nedir? Şu cevabı verdi: Tevbe mi? bilakis o fazihadır (İslam'ın
düşmanlarını rezil etmektedir). Onlardan bir kısmı şöyledir... diyerek o
kadar çok saymıştır ki, halk "Bizden kimseyi bırakmıyacak, herkesi
zikredecek" zannına kapıldılar. Ben tekrar sordum: Ya Enfal süresi? Bu,
dedi. Bedir Savaşı hakkında nazil oldu. Ben tekrar sordum: Pekala Haşr
süresi? O da, dedi, Benu'n-Nadir Yahudileri hakkında nazil oldu."
|
Kaynak
|
|
Buhari, Tefsir, Haşr 1,
Enfal 1, Megazi 14; Müslim, Tefsir 31, (3031)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Said İbnu Cübeyr
|
Hadis
|
|
Bir diğer rivayette Said
İbnu Cübeyr'in: "Ya Suretu'l Haşr (niçin inmiştir?)" sorusuna İbnu
Abbas (ra)'ın: (Haşr süresi mi? hayır! O), Benun-Nadir süresidir"
cevabını verdiği kaydedilmiştir.
|
Kaynak
|
|
Buhari, Tefsir, Haşr 1,
Enfal 1, Meğazi 14; Müslim, Tefsir 31, (3031)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Said İbnu Cübeyr
|
Hadis
|
|
Bir diğer rivayette Said
İbnu Cübeyr'in: "Ya Suretu'l Haşr (niçin inmiştir?)" sorusuna İbnu
Abbas (ra)'ın: (Haşr süresi mi? hayır! O), Benun-Nadir süresidir"
cevabını verdiği kaydedilmiştir.
|
Kaynak
|
|
Buhari, Tefsir, Haşr 1,
Enfal 1, Meğazi 14; Müslim, Tefsir 31, (3031)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Ebu Hüreyre
|
Hadis
|
|
Hz. Ebu Bekir (ra),
Resulullah (sav) tarafından Veda haccından önceki hacc mevsiminde hacc emiri
olarak tayin edildiği hacda, "Bu yıldan sonra müşriklere haccetmek
yasaktır", "Çıplak olarak Beytullah tavaf edilemez" diye ilan
etmek üzere vazifelendirdiği bir gruba beni de gönderdi. Ancak, bilahare Hz.
Peygamber (sav), Hz. Ebu Bekir (ra)'in arkasından Hz. Ali'yi gönderdi ve
Beraet süresini halka ilan etmeyi ona emretti. Hz. Ali (ra) bizimle birlikte
Mina'da halka, Beraet'i ilan etti: "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc
yapamıyacak ve çıplak olarak Beytullah tavaf edilmeyecek."
|
Kaynak
|
|
Buhari, Salat 10, Hacc 67,
Cizye 16, Meğazi 66, Tefsir, Tevbe 2, 3, 4; Müslim, Hacc 435, (1347); Ebu
Davud, Hacc 67, (1946); Nesai, Hacc 161, (5, 234)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Ebu Hüreyre
|
Hadis
|
|
Bir başka rivayette, aynı
hadise şöyle gelmiştir: "Haccu'l-Ekber günü, kurban bayramı günüdür.
el-Haccu'l-Ekber de haccdır. Hacca "el-Haccu'l-Ekber" denilmesi,
halkın ümreye "el-Haccul-Asgar" demesinden ileri gelmiştir."
Ebu Hureyre devamla diyor ki: "O yıl, Hz. Ebu Bekir (ra) bu tebliği
halka duyurdu. Bunun üzerine ertesi yıl yani Hz. Peygamber (sav)'ın bizzat
katılarak Veda haccını yaptığı zaman, tek müşrik hacca katılmadı. Hz. Ebü
Bekir'in müşriklere ilanda bulunduğu sene Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi:
"Ey iman edenler! Doğrusu puta tapanlar pistirler, bu sebeple, bu yıldan
sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, bilin
ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirecektir. Allah şüphesiz
bilendir, hakimdir" (Tevbe 28). Müşrikler ticaret yapıyorlar,
Müslümanlar da bundan faydalanıyorlardı. Allahu Teala müşriklerin Mescid-i
Haram'a yaklaşmalarını yasaklayınca, Müslümanlar müşriklerin yaptıkları
ticaretin kesilmesiyle ondan elde ettikleri menfaatin kesileceği endişesine
düştüler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu vahyi indirdi: "Eğer fakirlikten
korkarsanız, bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle
zenginleştirecektir."Sonra bunu takip eden ayette Cenab-ı Hakk cizyeyi
helal kıldı. Bu daha önce alınmıyordu. Bunu, müşriklerin ticaretiyle elde
edilen menfaate bir karşılık (ivaz) yaptı. Cenab-ı hakk şöyle buyurdu:
"Kitap verilenlerden, Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve
Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle,
boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın" (Tevbe,
29). Allah Müslümanlara bunu helal kılınca, anladılar ki, Allah kendilerine,
müşriklerle olan ticaretin kesilmesi sebebiyle kaybından korkup üzüldükleri
menfaatten daha fazlasını vermektedir"
|
Kaynak
|
|
Buhari, Salat 10, Hacc 67,
Cizye 16, Meğazi 66, Tefsir, Tevbe 2, 3, 4; Müslim, Hacc 435, (1347); Ebu
Davud, Hacc 67, (1946); Nesai, Hacc 161, (5, 234)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Ebu Hüreyre
|
Hadis
|
|
Nesai'den gelen bir diğer
rivayet şöyledir: Ebu Hüreyre (ra) dedi ki: "Resulullah (sav) Ali İbnu
Ebi Talib (ra)'i Beraet suresiye birlikte Mekke ahalisine gönderdiği zaman
onunla beraber ben de geldim. Kendisine "Ne ilan ediyordunuz?" diye
soruldu. Şu cevabı verdi: "Biz şunları ilan ediyorduk: 1- Kabe'ye ancak
mü'minler girer. 2- Beytullah çıplak tavaf edilemez. 3- Kimin Resulullah
(sav)'la bir anlaşması varsa bunun müddeti dört ayın hitamıdır. Dört ay
geçtikten sonra Allah ve Resulü müşriklerden beridir. 4- Bu seneden sonra
hiçbir müşrik haccetmeyecek. Ben bunları böyle (yüksek sesle ve tekrarla)
bağırarak söylüyorum ki O gün sesim kısıldı."
|
Kaynak
|
|
Nesai, Hacc 161, (5, 234)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Ali
|
Hadis
|
|
Ben, "Hacc-ı Ekber
günü hangi gündür?" diye sordum, bana: "Kurban günü" diye
cevap verdi."
|
Kaynak
|
|
Tirmizi, Tefsir, Beraet
(3088), Hacc 110 (958)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
İbnu Ömer
|
Hadis
|
|
Resulullah (sav) haccettiği
hacc sırasında, cemreler arasında, kurban günü durarak sordu: "Bu gün
hangi gündür?" Halk: "Kurban günüdür", dediler. Resulullah
(sav): "Bugün Hacc-ı Ekber günüdür" buyurdu.
|
Kaynak
|
|
Ebu Davud, Hacc 67, (1945);
İbnu Mace, Menasik 76, (2058)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
İbnu Ebi Evfa
|
Hadis
|
|
Resulullah (sav) şöyle
diyordu: "Kurban günü büyük hacc (el-haccu'l-ekber) günüdür. O gün
kanlar akıtılır, başlar traş edilir, kirler, paslar giderilir, haramlar helal
olur."
|
Kaynak
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Cabir
|
Hadis
|
|
Resulullah (sav) Ci'rane
ümresinden dönünce Hz. Ebu Bekir (ra)'i haccın başında emir olarak yolladı.
Onunla birlikte biz de vardık, el-Arc mevkiinde iken (es-salatu hayrun minen
nevm) diye çağrıda bulundu. Bir müddet sonra da tekbir getirmek üzere doğrulduğu
sırada arka tarafından kulağına bir deve sesi geldi. Bunun üzerine tekbiri
bıraktı ve: "Bu ses, dedi, Resulullah (sav)'ın devesi Ced'a'nın sesi,
muhakkak ki hacc konusunda Resulullah (sav) yeni bir karara varmıştır, belki
de bu, Resulullah (sav)'nın kendisidir, bu durumda namazı birlikte
kılarız." dedi. Devenin sırtındaki Ali (ra) idi. Hz. Ebu Bekir (ra) ona:
"Hacc emiri olarak mı geldin, elçi olarak mı?" diye sordu. Hz. Ali
(ra): "Elçi olarak geldim, Resulullah (sav) beni Beraet süresiyle
gönderdi. Onu hacc mahallerinde halka okuyup tebliğ edeceğim" dedi.
Sonra Mekke'ye geldik. Tevriye gününden (Zilhicce'nin 8. günü) bir gün önce
Hz. Ebu Bekir (ra) kalktı. Halka hitabetti. (Mina'dan Mekke'ye) nasıl sökün
edeceklerini, taşlamayı nasıl yapacaklarını, birer birer tarif ederek halka
haccın menasikini (usul ve adabını) öğretti. Hz. Ebu Bekir (ra)'in konuşması
bitince sözü Hz. Ali (ra) aldı. Beraet suresini halka, son ayetine kadar
okudu. Sonra kurban günü geldi. Arafat'ı terketti. Hz. Ebu Bekir (ra)
dönünce, tekrar halka hitabetti. Onlara Arafat'ı terketme (adabın)dan
kesimlerinden (vesair) menasiklerinden sözetti. Sözü bitince, yine Hz. Ali
(ra) ayağa kalktı, halka, Beraet suresini sonuna kadar okudu. Nefrul-evvel
günü (Mina'dan Mekke'ye hareket günü) Hz. Ebu Bekir (ra) kalktı ve halka bir
hitabede daha bulundu. Mina'yı nasıl terkedeceklerini, nasıl taşlama
yapacaklarını tarif etti, haccın menasikini öğretti. Konuşmasını bitirince
fecirden Hz. Ali (ra) kalktı. Halka Beraet suresini sonuna kadar (bir kere
daha) okudu.
|
Kaynak
|
|
Nesai, Hacc 186,187, (5,
247-248)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Zeyd İbnu Vehb
|
Hadis
|
|
Biz Huzeyfe (ra)'nin
yanında idik. Bize dedi ki: Şu ayetin kasteddiklerinden hayatta sadece üç
kişi kaldı: "Eğer andlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar, dinimize
dil uzatırlarsa, inkarda önde gidenlerle savaşın -çünkü onların yeminleri
sayılmaz- belki vazgeçerler" (Tevbe, 12), münafıklardan da sadece dört
kişi kaldı. Bu söz üzerine bir bedevi kalkarak: "Siz Muhammed (sav)'in
arkadaşlarısınız, bize bir kısım haberlerde bulunuyorsunuz, ama bunların
mahiyeti nedir, ne değildir biz anlamıyoruz. Söz gelimi sadece dört tane
münafık kaldığını söylediniz. Pekala şu evlerimizi yarıp işe yarayan
şeylerimizi çalanlara ne demeli?" dedi. Huzeyfe (ra): "Onlar
fasıklardır. Ben tekrar ediyorum münafıklardan sadece dört tanesi kalmıştır:
Bunlardan biri yaşlı bir ihtiyardır, öyle ki soğuk suyu içse soğukluğunu
hissedecek halde değildir."
|
Kaynak
|
|
Buhari, Tefsir, Berae 5
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
en-Nu'man İbnu Beşir
|
Hadis
|
|
Ben Resulullah (sav)'ın
minberinin yanında idim. Bir adam: "Ben Müslüman olduktan sonra başka
bir amelde bulunmamış olmama kıymet vermem, ancak hacılara su dağıtmam
harıç" dedi. Bir diğeri: "Ben de Müslüman olduktan sonra başka bir
iş yapmamış olmama ehemmiyet vermem, ancak Mescid-i Haram'ı imar edip
bakımını yapmam hariç" dedi. Bir üçüncüsü de: "Allah yolunda cihad,
söylediklerinizden daha üstün bir ameldir" dedi. Hz. Ömer (ra) onlara
müdahale ederek konuşmalarını menetti ve: "Resulullah (sav)'ın minberinin
yanında sesinizi yükseltmeyin, bugün cumadır. Namazı kılınca ben huzura
girer, ihtilaf ettiğiniz hususu sorarım" dedi. Arkadan Cenab-ı Hakk şu
ayeti indirdi: "Hacca gelenlere su vermeyi, Mescid-i Haram'ı onarmayı
Allah'a ve ahiret gününe inananla, Allah yolunda cihad edenle bir mi
tuttunuz? Allah katında bir olmazlar, Allah zulmeden milleti doğru yola
eriştirmez. İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad
eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar
onlardır" (Tevbe, 19-20).
|
Kaynak
|
|
Müslim, İmare 111 (1879)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Adiy İbnu Hatim
|
Hadis
|
|
Boynumda altundan yapılmış
bir haç olduğu halde Resulullah (sav)'a geldim. Bana: "Ey Adiy boynundan
şu putu çıkar, at!" dedi ve arkadan şu ayeti okuduğunu hissettim:
"Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i
rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle
emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah, koştukları eşlerden
münezzehtir." (Tevbe, 31). Resulullah (sav) devamla: "Aslında
onlar, bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar (Allah'ın haram
ettiği bir şeyi) kendileri için helal kılınca hemen helal addediverdiler,
(Allah'ın helal kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram
addediverdiler."
|
Kaynak
|
|
Tirmizi, Tefsir, Berae,
(3094)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Zeyd İbnu Vehb
|
Hadis
|
|
Rebeze'ye uğramıştım. Orada
Ebu Zerr (ra)'i gördüm. Kendisine: "Seni buraya getiren sebep
nedir?" diye sordum. Şöyle açıkladı: "Şam'daydım. Bir ayet hakkında
Muaviye (ra) ile ihtilafa düştük. Ayet şu: "Ey iman edenler! Hahamlar ve
rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan
alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can
yakıcı bir azabı mujdele. Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün,
alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. "Bu, kendiniz için
biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın" denecek" (Tevbe,
34-35). Muaviye (ra): "Bu ayet ehli kitap hakkına inmiştir" dedi.
Ben ise: "Hem bizim, hem de onlar hakkında indi" dedim. Bu mesele
üzerinde aramızda ihtilaf çıktı. Halife Hz. Osman (ra)'a yazarak beni şikayet
etti. Hz. Osman bana yazarak Medine'ye gelmemi emretti. Bunun üzerine
Medine'ye geldim. Halk, sanki daha önce beni hiç görmemiş gibi, çoklukla
etrafımı sardı. Durumu Osman (ra)'a açtım. Bana: "İstersen buraya yakın
bir yere git" dedi. İşte beni buraya getiren gerçek sebep budur. Benim
üzerime Habeşli siyahi bir köleyi amir tayin etseler mutlaka dinler, itaat
ederim."
|
Kaynak
|
|
Buhari, Zekat 4, Tefsir,
Berae 6
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
İbnu Ömer
|
Hadis
|
|
Bir bedevi kendisine:
"Bana şu ayet hakkında açıklamada bulun", dedi ve ayeti okudu:
"Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir
azabı müjdele" (Tevbe, 35). İbnu Ömer şu cevabı verdi: "Kim onu
biriktirir ve zekatını vermezse vay haline! Bu ayet zekat emri gelmezden
önceye aittir. Zekat emri gelince, Allah zekatı mallar için bir temizlik
kıldı."
|
Kaynak
|
|
Buhari, Zekat 4, Tefsir,
Berae 6; Muvatta, Zekat 1, (1, 256)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
İbnu Ömer
|
Hadis
|
|
Muvatta'da şöyle denmiştir:
"İbnu Ömer (ra)'e "(Azaba sebep olacak) hazine nedir?" diye
sorulunca: "Zekatı verilmeyen maldır" diye cevap verdi."
|
Kaynak
|
|
Muvatta, Zekat 1, (1, 256)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Sevban
|
Hadis
|
|
"Altın ve gümüşü
biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele"
ayeti nazil olduğu zaman biz, Hz. Peygamberle bir seferde bulunuyorduk.
Ashabından bazısı: "Ayet altın ve gümüş hakkında indi, hangi malın daha
hayırlı olduğunu keşke bilseydik?" dedi. Resulullah (sav) şu cevabı
verdi: "Sahip olunan şeylerin en efdali: Zikreden bir dil, şükreden bir
kalb, kocasının imanına yardımcı olan saliha bir zevcedir."
|
Kaynak
|
|
Tirmizi, Tefsir, Berae
(3093)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
İbnu Abbas
|
Hadis
|
|
"Altın ve gümüşü
biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele"
ayeti nazil olduğu zaman, Müslümanlar bundan fazlaca kaygılandılar. Hz. Ömer
(ra): "Ben sizin üzüntünüzü gidereceğim, haydi gelin" dedi ve gidip
Hz. Peygamber (sav)'e müracaat ederek: "Ey Allah'ın Resulü", dedi
"bu ayet ashabını çok kaygılandırdı." Hz. Peygamber : "Allah
zekatı, malınızda baki kalan kirliliği temizlemek için farz kıldı. Nitekim,
sizden sonrakilere kalması için de mirası farz kıldı" buyurdu. İbnu
Abbas devam etti: (Resulullah'ın bu açıklaması üzerine) Hz. Ömer (ra)
sevincinden (Allahu ekber) dedi. Peygamberimiz (sav) açıklamasına devamla,
Hz. Ömer (ra)'e: "Kişinin kendi lehine biriktirdiği şeyin ne olduğunu
sana haber vereyim mi? Bu, saliha bir kadındır. Yani nazar ettiği zaman
kendini hoşnud kılacak, emrettiği zaman itaat edecek, evinden uzaklaştığı
zaman (malını ve namusunu) koruyacak olan kadın"
|
Kaynak
|
|
Ebu Davud, Zekat 32, (1664)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
İbnu Abbas
|
Hadis
|
|
"Allah'a ve ahiret
gününe inananlar mallarıyla, canlarıyla savaşmak istediklerinden ötürü geri
kalmak için senden izin istemezler.." (Tevbe, 44) ayeti, Nur suresindeki
şu ayetle neshedilmiştir: "Doğrusu Allah'a ve Peygamberine inanan mü'minler,
Peygamberle beraber bir işe karar vermek için toplandıklarında ondan izin
almaksızın gitmezler. Ey Muhammed! Senden izin isteyenler, işte onlar,
Allah'a ve Peygamberine inananlardır. Bazı işleri için senden izin
isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver, Allah'tan, onların
bağışlanmalarını dile. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder" (Nur,
62).
|
Kaynak
|
|
Ebu Davud, Cihad 171,
(2771)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Ebu Mes'ud el-Bedri
|
Hadis
|
|
Sadaka vermeyi emreden ayet
(Tevbe, 103) nazil olduğu zaman biz (ücret mukabilinde) sırtlarımızda yük
taşıyor (bu yolla bir şeyler kazanıp) ondan sadaka veriyorduk. Bir adam
(Abdurrahman İbnu Avf) gelerek çok miktarda bağışta bulundu. (Münafıklar
dedikodu yaparak onun hakkında, gösteriş yapıyor), mürai dediler. Hemen şu
ayet nazil oldu: "Sadaka vermekte gönülden davranan mü'minlere dil
uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimselere
bu davranışlarının cezasını Allah verir. Onlara can yakıcı azab vardır"
(Tevbe, 79).
|
Kaynak
|
|
Buhari, Zekat 10, İcare 13,
Tefsir, Berae 11; Müslim, Zekat 72, (1018); Nesai, Zekat 48. (5, 59)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
İbnu Ömer
|
Hadis
|
|
Abdullah İbnu Übey İbni
Selül öldüğü zaman oğlu (ra) Resulullah (sav)'ın huzur-i alilerine çıkıp,
mübarek gömleklerini babasına kefen olarak vermesini taleb etti. Resulullah
(sav) talebi kabul edip verdi. Bunun üzerine, babasının cenaze namazını
kıldırıvermesini taleb etti. Resulullah (sav) bu talebi de kabul etti ve
namaz kıldırmak üzere kalktı. Ancak, Hz. Ömer (ra) kalkarak Resulullah
(sav)'ı elbisesinden tuttu ve: "Ey Allah'ın Resulü, Rabbin seni, ona
namaz kılmaktan men etmişken, sen nasıl ona namaz kılarsın?" diye
müdahale etti. Resulullah (sav): "Allah beni muhayyer bırakmıştır, zira:
"Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir. Onlara yetmiş
defa bağışlanma dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır" (Tevbe, 80)
buyurmaktadır. Ben yetmişden de fazla bağışlama talebinde bulunacağım"
dedi. Hz. Ömer (ra): "Ama, o münafıktır!" dedi. Resulullah (sav)
buna rağmen onun ardından namaz kıldı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti
inzal buyurdu: "Onlardan ölen hiç kimse için ebediyyen namaz
kılmayacaksın, mezarı başında da durmayacaksın. Çünkü onlar Allah ve Resulüne
inanmadılar, fasık olarak öldüler" (Tevbe, 84). Hz. Ömer (ra) der ki: "Sonra
o gün Resulullah (sav)'a karşı izhar ettiğim cür'ete hayret ettim. Allah ve
Resulü daha iyi bilirler." (Bu son cümlenin İbnu Abbas'ın sözü olma
ihtimali de mevcuttur) (Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade var:
"Resulullah (sav) bu ayetten sonra münafıkların cenaze namazını
kılmadı")
|
Kaynak
|
|
Buhari, Cenaiz 85, Tefsir,
Berae 12; Müslim, Fedailu's-Sahabe 25, (2400), Sıfatu'l-Münafıkin 3, (2744);
Tirmizi, Tefsir 3096; Nesai, Cenaiz 69, (4, 68).
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Ebu Hüreyre
|
Hadis
|
|
Şu ayet Kuba halkı hakkında
nazil omuştur: (Mealen): "Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah
arınmak isteyenleri sever" (Tevbe, 108).
|
Kaynak
|
|
Tirmizi, Tefsir, Berae
(3099); Ebu Davud, Taharet 23 (44); İbnu Mace, Taharet, (357)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Ali
|
Hadis
|
|
Ben, müşrik olan anne
babası için, Allah'tan af ve mağfiret dileyen birini gördüm. Kendisine:
"Sen müşrik olan anne baban için istiğfarda mı bulunuyorsun, (olur mu
bu?)" dedim. Adam bana: "(Niye olmasın, Kur'an-ı Kerimede) Hz.
İbrahim (a.s.) müşrik olan babası için istiğfar etmektedir" diye cevap
verdi. Ben durumu Resulullah (sav)'a anlattım. Bunun üzerine şu mealdeki ayet
indi: "Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar,
puta tapanlar için mağfiret dilemek Peygambere ve müminlere yaraşmaz.
İbrahim'in, babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden
ötürü idi. Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı..."
(Tevbe, 113-114).
|
Kaynak
|
|
Tirmizi, Tefsir, Berae
(3100); Nesai, Cenaiz 102, (4, 91)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Muhammed İbnu Şihab
ez-Zühri
|
Hadis
|
|
Bana Abdurrahman İbnu
Abdillah İbni Ka'b İbni Malik nakletti: Abdullah İbnu Ka'b -ki babası Ka'b
gözlerini kaybettiği zaman kardeşleri değil, kendisi babasına rehberlik
etmişti- kavmi içinde Resulullah (sav)'ın ashabının hadislerini en iyi bilen
ve en iyi öğrenmiş olanıydı. Abdullah dedi ki: "Babam Ka'b İbnu
Malik'in, Resulullah (sav) Tebük seferine çıktığı zaman, sefere katılmayışı
ile ilgili hikayeyi kendisinden dinledim. Şöyle anlatmıştı: "Ben Tebük
gazvesi hariç Resulullah (sav)'ın çıkardığı gazvelerden hiçbirine
katılmamazlık etmemiştim. Gerçi Bedir gazvesine iştirak etmedim. Ancak buna
katılmayanlardan kimseyi Resulullah (sav) kınamadı. O seferde Resulullah
(sav) ve Müslümanlar savaşı değil, Kureyş'in kervanını ele geçirmeyi
düşünüyorlardı. Ne var ki Cenab-ı Hakk bunlarla düşmanı beklenmedik anda
karşı karşıya getirdi. Ben Akabe gecesinde İslam'la müşerref olup ilk
andlaşmayı yaptığımız esnada Resulullah (sav)'la beraberdim. Ben Akabe'de
hazır bulunmayı Bedir'de hazır bulunmaya değişmem, halk Bedir gazasını Akabe
biatından daha çok ansa da. Benim Tebük seferinden geri kalışımla ilgili
habere gelince, gerçekten ben hiçbir zaman, o sıradaki kadar güçlü ve zengin
olmamıştım. Allah'a kasemle söylüyorum, daha önce hiçbir zaman devem
olmamıştı. Ama o gazve sırasında iki tane binmeye mahsus devem vardı. Bir de
Resulullah (sav) gazaya niyet etti mi mübhem ifadeler kullanarak asıl hedefi
belli etmezdi. Fakat bu gazvede öyle yapmadı. Çünkü Tebük seferi çok sıcak
bir mevsimde oluyordu. Uzak bir seferi ve tehlikeleri göze almış, büyük bir
düşmanı hedef edinmişti. Müslümanlar gazve hazırlıklarını tam yapsınlar diye
durumu bütün ciddiyetle açıklamış, gidecekleri istikameti gizlemeksizin
bildirmişti. Resulullah (sav)'a sefere katılacak Müslümanlar pek çoktu.
Askerlerin künyelerini kayıt defreti almıyordu. Kayıt defterinden maksat
künyelerin yazıldığı divandır." Ka'b (rivayetine devamla) der ki:
"Pek az kimse gözden kaybolmayı (katılmamayı) arzu ediyordu. Bunlar da
vahiy gelmedikçe, gizlendikleri, Resulullah (sav) tarafından
bilinilemiyeceğini zanneden kimselerdi. Bu gazve, tam meyvelerin erdiği,
gölgelerin iyice tatlılaştığı bir zamana rastlamıştı. Ben de meyve ve gölgeye
düşkün bir kimseydim. Resulullah (sav) ve Müslümanlar yol hazırlığı yaptılar.
Ben de onlarla yol hazırlığı yapmak üzere sabahleyin evden çıkar (kararsızlık
içinde) hiçbir şey yapmadan geri dönerdim. Kendi kendime: "Bu da bir şey
mi, dilersem hazırlığı çabucak yapabilirim" diye teselli olur,
avunurdum. Bu hal böylece devam etti. Öyle ki, başkaları ciddi dddi
hazırlığını tamamlamıştı. Resulullah (sav) ve Müslümanlar yola çıktılar. Ben
hala hiçbir hazırlık yapmamıştım. Yine hazırlık için gittim geldim ama bir
şey yapmaya bir türlü elim varmıyordu. Bu hal de sürgü gitti. Askerler
sür'atle yol aldılar. Gazve elimden kaçtı. Yine de yola çıkıp onlara
kavuşmayı düşündüm. Keşke bunu yapsaydım. Bana bu da nasib olmadı. Resulullah
(sav) Medine'den ayrıldıktan sonra halkın arasına çıkınca gördüğüm bir husus
beni üzmeye başladı: Çarşı pazarda benim gibi kalanlar meyanında gördüklerim
ya münafıklık damgasını yemiş olanlardı veya zayıflıkları sebebiyle Cenab-ı
Hakk'ın mazur addettiği kimselerdi. Öte yandan Resulullah (sav) da beni
Tebük'e varıncaya kadar hiç anmamış. Orada kalabalığın arasında otururken:
"Ka'b İbnu Malik ne yaptı, (ondan ne haber var?)" diye sormuş. Benü
Seleme'den birisi: "Ey Allah'ın Resulü, onu, yakışıklı iki elbisesi ve
çalımla iki tarafına bakması (Medine'de) hapsetti" demiş. Muaz da ona şu
cevabı vermiş: "Ne kötü konuşuyorsun. Ey Allah'ın Resulü Allah'a kasem
olsun Malik hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz" demiş.
Resulullah (sav) sükut buyurmuşlar. Resulullah (sav) bu durumda iken, uzaktan
beyazlara bürünmüş bir adamın siluetini görür ve: "Bu gelen Ebu Heyseme
olmasın!" der. Gerçektende o Ebu Heyseme el-Sari'dir. Yani, sefer
hazırlığı sırasında bir sa'lık hurma verdi diye münafıkların birbirlerine
kaş-göz ederek istihza ettikleri zat." Ka'b (sözlerine devamla) der ki:
"Resulullah (sav)'a Tebük'ten ayrılıp yola çıktığı haberi bana ulaşınca
keder ve üzüntüm tekrar arttı. Bir yalan hazırlamaya başladım. "Yarın,
Resulullah (sav)'ın öfkesinden, ne söyleyerek kurtulabilirim?" diyordum.
Bu hususta ailemde aklıbaşında herkesin fikrine müracat ediyordum. Resulullah
(sav)'ın gelmesi yaklaştı dendiği zaman benden yanlış düşünceler zail oldu.
İyice anladım ki, hiçbir yalan asla beni kurtaramaz. Doğruyu söylemeye karar
verdim. Derken Resulullah (sav) bir sabah Medine'ye geldiler. O, bir seferden
dönünce ilk iş olarak mescide uğrar, iki rek'at namaz kılar, ondan sonra
halka görünürdü. Bu gelişinde de namazını kılıp halkı kabul etmeye başlayınca
sefere katılmayıp geride kalanlar gelip özür dilemeye, özürleri hususunda
inandırıcı olmak için yeminler etmeye başladılar. Bunlar seksen kadar
erkekti. Resulullah (sav) onların özürlerini kabul ediyor, onlardan beyat
alıyor, olara istiğfarda bulunuyor, işlerini Allah'a havale ediyordu. Ben de
geldim. Selam verdim. Selamımı işitince öfkeli öfkeli tebessüm etti ve
"Gel" dedi. Yaklaştım ve önüne oturdum. "Niye geride kaldın, sen
(Akabe'de) biat edip itaati sırtına almış değil miydin?" dedi. Ben şu
cevabı verdim: Evet ey Allah'ın Resulü! Ben senin değil de dünya ehlinden bir
başkasının yanında oturmuş olsaydım, inandırıcı bir özür söyleyip, mutlaka
öfkesini gidererek yanından ayrılırdım. Çünkü, Allah bana yeterli bir ifade
gücü vermiş bulunmaktadır. Ancak, Allah'a kasem olsun kesinlikle inanıyorum
ki, bugün sizi, benden razı kılacak bir yalan söylesem çok geçmeden Allah
sizi bana öfkelendirecektir. Size doğruyu söylesem bana kızacaksınız, Ama ben
de o hususta Allah'tan af dilerim. Gerçeği söylüyorum, kasem olsun hiç bir
özrüm yoktu. Vallahi başka hiç bir vakit, sizden geri kaldığım zamanki kadar
güçlü ve zengin değildim." Benim bu itirafım üzerine Resulullah (sav):
"İşte bu doğru konuştu" dedi ve bana da: "Kalk, Allah senin
hakkında hükmedinceye kadar bekle!" buyurdu. Ben de kalktım. Benü
Seleme'den bir kısım insanlar da koşarak beni takip ettiler ve bana:
"Allah'a kasem olsun bundan önce herhangi bir günah işlediğini
bilmiyoruz. Savaştan geri kalan diğerlerinin yaptığı gibi Resulullah (sav)'ın
senin için yapacağı istiğfar bu günahını affettirmeye yeterdi"
dediler." Malik (devamla) şunları anlattı: "Sonra: Benim vaziyetime
düşen başka biri var mı? diye sordum. "Evet iki kişi daha tıpkı senin
gibi itirafta bulundular. Onlara da sana söylenen söylendi" dediler.
"Mürare İbnu'r-Rebi el-Amiri ile Hilal İbnu Ümeyye el-Vakıfi (ra)"
dediler. Bana çok salih iki kişi zikretmiş oldular. Bunlar Bedir gazvesinde
bulunmuş, nümune-i imtisal kişilerdi. Bunların ismini duyunca, geri gidip
özür beyan etme fikrinden vazgeçtim. Derken Resulullah (sav), Müslümanlara
gazveye katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşmayı yasakladı. Bunun üzerine
halk bizden çekindi ve yüz çevirdi. Öyle ki yeryüzü bana yabancılaştı. Dünya,
önceden bilip tanıdığım dünya olmaktan çıktı. Bu minval üzere elli gece
geçirdik. Diğer iki arkadaşım, halktan uzaklaşıp evlerinde oturup ağlayarak
vakit geçirdiler. Onlardan daha genç, daha güçlü olan ben dışarı çıkıyor,
namazlara katılıyor, çarşı pazar dolaşıyordum. Ama kimse benimle
konuşmuyordu. Bazan namazdan sonra, ashabıyla oturmakta olan Resulullah
(sav)'a uğrayıp selam veriyordum. İçimden, "Acaba, benim selamımı alarak
dudaklarını kıpırdatır mı?" diye kendi kendime sorardım. Sonra yakınına
durup namaz kılar, göz ucuyla da ona bakardım. Namaza durunca bana baktığını
da görürdüm. Ama ben ona yönelecek olsam derhal benden yüzünü çevirirdi.
Müslümanların cefasından çektiğim bu izdıraplı hal uzayınca bir gün
dayanamayıp gittim. Ebu Katade'nin bahçe duvarını aştım.O amcamın oğlu idi ve
herkesten çok severdim. Yanına varınca selam verdim. Hayret! Vallahi selamımı
almadı. Kendisine: Ey Ebu Katade, Allah aşkına söyle. Allah ve Resulü'nü
sevdiğimi bilmiyor musun? dedim. Sustu, cevap vermedi. Tekrar Allah aşkına
diye yemin verdim, yine konuşmadı. Üçüncü sefer Allah adına yemin verdim. Bu
defa: "Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dedi. Bunun üzerine
gözlerimden yaş boşandı. Geri döndüm, duvarı aştım." Ka'b hikayesine
devamla der ki: "(Bir gün) Medine çarşısında yürürken Medine'ye buğday
satmaya gelmiş, Şam ahalisinden Nabati bir fellah: "Ka'b İbnu Malik'i
bana kim gösterecek?" diyordu. Halk beni ona gösterdi. Adam bana
yaklaştı. Gassan Kralı'ndan bir mektup getirdi. Ben okuma-yazma bilirdim,
hemen okudum. Mektupta şöyle diyordu: "Bana gelen habere göre arkadaşın
sana sıkıntı veriyormuş. Allah seni hakaret görmek, sıkıntı çekmek için
yaratmadı. Bize gel, sana iyi davranalım." mektubu okur okumaz: "Bu
da bir başka bela" dedim. Tandıra götürüp attım ve yaktım. Nihayet bu
(boğucu) elli günden kırkı geçmiş, (hakkımızda) vahiy de gecikmişti. Aniden
Resulullah (sav)'ın elçisi geldi. Bana: "Resulullah, hanımını terketmeni
emrediyor" dedi. Ben: "Boşayacak mıyım, yoksa başka şekilde bir
terk mi?" diye sordum. "Hayır, boşamıyacaksın, ondan ayrıl, sakın
yaklaşma!" dedi. Resulullah (sav) aynı haberi diğer iki arkadaşıma da
göndermişti. Hanımıma: "Ailene dön, onların yanında kal, Allah bu
meselede bir hüküm bildirinceye kadar da orada bekle" dedim. Hilal İbnu
Ümeyye'nin hanımı Resulullah (sav)'a müracaat ederek: "Ey Allah'ın
Resulü, Ümeyye İbnu Hilal kendini kaybetmiş bir ihtiyardır, hizmetçisi de
yoktur. Ona hizmetini yapıversem bir mahzuru var mı?" diye izin istemiş.
Ve: "Hayır, hizmet edebilirsin, ancak sakın yakınlaşmada bulunma"
cevabını almış. Kadın da: "Hayır ya Resulallah! Vallahi, zaten onda
kımıldayacak mecal kalmadı. Vallahi cezalandığı günden şu ana kadar hiç ara
vermeden habire ağlıyor" dedi. Ailemden bazısı bana: "Resulullah
(sav)'a gidip hanımın, hizmetlerini yapıvermesi için izin istesen iyi olur.
Nitekim o, Hilal'in hanımına hizmet etmesi için müsaade etti" diye
tavsiyede bulundu. "Hayır, dedim, böyle bir talepte bulunmayacağım. Bana
ne diyeceğini nasıl bilebilirim, ben genç bir kimseyim." Böylece sıkıntısı
daha da artan on gece daha geçirdim. Konuşmaktan yasaklandığımızın üzerinden
tam elli gece geçti. Ellinci gecenin sabah namazını evlerimizden birinin
damında kılmıştım. Ben Allahu Teala'nın hakkımızda belirttiği o dehşetli hal
içinde oturmuş duruyordum. Ruhum sıkılmış, bütün genişliğine rağmen dünya
daralmıştı. Sanki bir cendere içerisindeydim. Bir ses işittim. Bu, Sel dağı
üzerine çıkmış yüksek sesle bağıran birinin sesiydi. (Dikkat kesildim: bana
sesleniyor ve): "Ey Ka'b İbnu Malik müjde!" diyordu. Hemen secdeye
kapandım. Hakkımızda bir kurtuluşun geldiğini anlamıştım. Meğer Resulullah
(sav), Cenab-ı Hakk'ın bizi affettiğine dair müjdeli haberi o gün sabah
namazında halka duyurmuş, halk da bize müjdelemek üzere koşuşmuş, bazıları da
diğer iki arkadaşıma gitmişmiş. Bir zat bana at koşmuştu, Eslemli biri de
yaya olarak seğirtip dağa çıkmış... Tabii ki ses, attan daha hızlı yol aldı.
Müjdeci sesini duyduğum kimse bir müddet sonra bizzat yanıma gelince, derhal
iki parça elbisemi çıkanp müjde bedeli olarak kendisine giydirdim. Yemin
olsun o gün için başka bir şeyim yoktu. Emanet iki giyecek te'min ettim,
onları giyip, Resulullah (sav)'ı görmek arzusuyla dışarı fırladım. Yolda halk
grup grup beni karşılıyor. Cenab-ı Hakk'ın affı sebebiyle tebrik ediyordu. Bu
minval üzere Mescid'e geldim. Resulullah (sav) etrafını saran ashabının
ortasında oturuyordu. Beni görünce Talha İbnu Ubeydillah (ra) kalktı, bana
doğru koşup musafaha yaptı ve beni tebrik etti. Yemin olsun, onun dışında
muhacirlerden başka kalkan olmadı." Ka'b onun bu samimi davranışını ömrü
boyu unutmayacaktır. Ka'b, (sözlerine devam ederek) şunları söyledi:
"Resulullah (sav)'a selam verince memnuniyetten ışıl ışıl, mütebessim
bir yüzle: "Müjdeler olsun! Annenden doğalıdan beri yaşadığın en hayırlı
gününü tebrik ederim" dedi. Ben hemen sordum: "Ey Allah'ın Resulü,
bu sizin bağışladığınız bir lütuf mu, Cendb-ı Hak'tan gelen bir lütuf
mu?" "Hayır, Allah'tan gelen bir lütuf!" dedi. Ka'b, ilaveten
dedi ki: "Resulullah (sav)'ın vech-i mübarekleri, sürurlu anlarında, bir
ay parçası gibi nurlanır ve parlardı. Biz, bunu derhal anlardık. Ben önüne
oturunca: "Ey Allah'ın Resulü! Mazhar olduğum bu af sebebiyle ne var ne
yok bütün malımı Allah ve Resulü'ne bağışlıyorum" dedim.
"Hayır", dedi. "Hepsi olmaz, bir kısmını kendine ayır, bu
senin için daha hayırlı." "Ey Allah'ın Resulü, biliyorum ki, Allah
beni sıdkımdan, doğru sözlülüğümden dolayı kurtardı. Benim tevbemden biri de
artık, yaşadığım müddetçe hep doğru söylemek olacaktır." Allah'a yemin
olsun, Resulullah (sav)'a bunu söylediğim günden beri, doğru söz hususunda,
Allah'ın bana lütfettiği ihsandan daha güzeline mazhar olan birisini
bilmiyorum. Yine Allah'a kasem ederek söylüyorum, Resulullah (sav)'a söz
verdiğim günden beri bir kerecik olsun yalan söylemeyi düşünmedim. Geri kalan
ömrümde de Allah'ın beni yalandan korumasmı diliyorum." Ka'b şunu da
söyledi: "Bizimle ilgili olarak Allahu Teala şu ayeti indirmişti:
"And olsun ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısminin kalpleri kaymak
üzere iken Peygambere uyan Muhacirler'le Ensar'ın ve Peygamber'in tövbelerini
kabul etti. Tövbelerini, onlara karşı şefkatli ve merhametli olduğu için
kabul etmiştir. Bütün genişliğine rağmen dünya onlara dar gelerek nefisleri
kendilerini sıkıştırıp Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan,
(savaştan) geri kalmış üç kişinin tevbesini de kabul etti. Allah, tevbe
ettikleri için onların tevbesini kabul etmiştir. Çünkü O, tövbeleri kabul
eden, merhametli olandır. Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve doğrularla
beraber olun!" (Tevbe, 117-119). Ka'b şunu da dermiş: "Allah'ıma
yeminle söylüyorum, Allah beni İslam'la şereflendirdikten sonra, bana göre,
Resulullah (sav)'a söylediğim doğru sözden daha büyük bir nimet vermemiştir.
(Allah'ın bana lütfettiği birinci büyük nimeti İslam'la müşerref olmam,
ikinci büyük nimeti de Reshulullah (sav)'a, doğru söz söylememi nasib etmiş
olmasıdır). Aksi takdirde, diğer yalan söyleyenler gibi ben de helak
olacaktım. Nitekim Cenab-ı Hak, vahiy indirdiği zaman, yalan söyleyenler
hakında, bir kimse için söylenebilecek en kötü şeyi söylemiştir. Allahu Teala
şöyle buyurmuştur: "Döndüğnüzde, kendilerine çıkışmamanız için, Allah'a
yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistirler.
Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden
hoşnud olasınız diye, size yemin verirler. Siz onlardan razı olsanız bile,
Allah yoldan çıkmış fasık kimselerden razı olmaz" (Tevbe, 95-96). Ka'b
şunu söyledi: "Resulullah Tebük seferinden döndüğü zaman, sefere
katılmayanlar gidip özür diledikleri, Resulullah (sav)'ın da, yemin etmeleri
üzerine özürlerini kabul buyurup kendileriyle bey'atlaşıp, haklarında
istiğfarda bulunduğu kimselerden, biz üç kişi ayrı tutulmuş, (onların mazhar
olduğu aftan istifade edememiştik.) Resulullah (sav) bizim işimizi, Allah
hakkımızda hükmedinceye kadar tehir etmişti. Hakkımızda gelen ayette, Cenab-ı
Hakk'ın: "...geri kalmış üç kişi..." sözünden kasıd, savaştan geri
kalmamız değildir, bu geri kalış Resulullah (sav)'ın hakkımızdaki hükmü geri
bırakması, yemin ederek özür dileyenlerin özrünü kabul ettiği kimselerden
ayrı tutmasıdır."
|
Kaynak
|
|
Buhari, Vesaya 16, Cihad
103, Menakıb 23, Menakıbu'l-Ensar 43, Meğazi 3, 78, Tefsir, Berae, 17, 18,
19, İstizan 21, Eyman 24, Ahkam 53; Müslim, Tevbe 53, (2769); Tirmizi, Tefsir,
Berae, (3101); Ebu Davud, Talak 11, (2202), Cihad 173, (2773), Nüzur 29,
(3317); Nesai, Talak 18, (6, 152), Nüzur 37, (7, 22)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
İbnu Abbas
|
Hadis
|
|
"(Allah yolunda
savaşa) çıkmazsanız Allah size can yakıcı azabla azab eder..."
(Tevbe,39) ayeti ile, "Medinelilere ve çevrelerinde bulunan bedevilere,
savaşta Allah'ın Peygamberinden geri kalmak, kendilerini ona tercih etmek
yaraşmaz" (Tevbe, 120) ayetini şu ayet neshetmiştir: "Mü'minler
toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin, dini iyi öğrenmek
ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz
mı?..." (Tevbe, 122).
|
Kaynak
|
|
Ebu Davud, Cihad 19, (2503)
|
|
|
|
|
|
|
|
Fasıl
|
|
Tefsir Bölümü - Esbab-ı
Nüzule Dair
|
Konu
|
|
Beraet (Tevbe) Suresi
|
Râvi
|
|
Necdet İbnu Naki'
|
Hadis
|
|
"İbnu Abbas (ra)'a şu
ayet hakkında sordum: "(Allah yolunda cihada) çıkmazsanız, Allah size
can yakıcı azabla azab eder..." (Tevbe, 39). Şu açıklamayı yaptı:
"Allah onlardan yağmuru kesti.Böylece (kuraklık Allah'ın onlara takdir
ettiği) azabları oldu."
|
Kaynak
|
|
Ebu Davud, Cihad 19, (1506)
|
|
|
|
|
Önceki Konu
Sonraki Konu
Sayfa Başı |
|